Prof.Dr. Zafer İlbars'ın 8 Mart Sunumu

DÜNDEN BUGÜNE ANADOLUDA KADIN

Kadın ve erkek; insan türünün devamını sağlayan, yaşamlarını bütünleştiren, bir birlerinin eksiklerini tamamlayan iki ayrı cinsi oluştururlar. Ancak bu gerçeği pek göremeyen kişiler kadına genellikle, erkeğe kıyasla ikinci planda bir yer vermişler ve onu adeta erkek için yaratılmış bir araç gibi görmüşlerdir. Hemen hemen bütün toplumlarda kadın edilgen bir cinsel nesneyi, fedakâr anneyi, vazifeşinas eşi/karıyı sembolize eder. Kadının yine hemen hemen bütün toplumlarda bugün dahi “ikinci” cins olması, akla ister istemez bir takım soruları getirmektedir. Örneğin, kadın neden “öteki” dir? Kadın olmanın gereği olarak düşünülen şeyler biyolojik kökenli midir, yoksa içinde yaşanılan kültürden mi öğrenilmekte ve içselleştirilmektedir?

Kadın tarih boyunca hep “ikinci” cins mi olmuştur. Kadın ve erkeğin eşit olduğu veya kadının erkekten daha fazla güç ve yetke (otorite)sahibi olduğu bir dönem ya da toplumlar/kültürler var mıydı. Anaerkil toplum ne demektir ve var olmuş muydu? Kadın neden bütün toplumlarda tâbi konumunu kabul etmektedir.

Bu tür efsaneler kadının kararsız ve başkalarınca yönetilmesi zorunlu bir varlık olduğu kanısını yaratmakta, yönetimi zor; zıtlıklarla dolu kişi izlenimi vermektedir. Aslında bu türden görüşler bilimsel olmaktan çok, kişisel kanıların, subjektif yaklaşımların ürünüdür. Bu görüşler pek sağlıklı bir temele dayanmamaktadır. Ancak bu görüşleri haklı çıkaran davranışlara kadın dünyasında oldukça sık rastlandığı da bir gerçektir. Ancak bu olumsuz izlenimlere neden olan davranışlardan kadını sorumlu tutmak en azından haksızlık olur. Kişi, içinde oluşup geliştiği çevrenin ürünüdür. Bir kısım insanların hükmetme arzusu karşısında yeterince güç kazanamamış buluna kadın kitlesine hükmetme kolaylaşmış ve kadın günah yasak, ayıp, peçenin, kafesin loş ve sağlıksız karanlığına itilmiştir.

Anadolu topraklarındaki ilk kitlesel kümelenişler bir tür beylik biçiminde oluşmuştur. Bunların bir kısmı yarı göçebe ve soya dayalı kümelenmelerdir. Site devletleri daha sonraki yüzyıllarda oluşmuştur. Yukarı-barbarlık durağından uygarlığa dolayısıyla da ilkel kapitalizme geçmiş ya da geçmek üzere olan topluluklardır. Bu iki ayrı tarihsel basamakta bulundukları için de aralarında savaşlar, çatışmalar ve iktisadî, siyasi ve kültürel alış-verişler ve karşılıklı etkilenmeler olmuştur. Site devletlerinde, Mezopotamya’dan gelen Asurlu bezirganlarla ticari ilişkiler kurulmuştur. Kayseri-Kültepe’deki Kaniş Karumu’nda yapılan kazılardan İ.Ö. 2000-1800 yılları arasında Anadolu toplumlarında yaşayan kadınların durumlarını az da olsa aydınlatabilecek belgeler çıkmıştır.

Anadolu’da kurulan devletlerde ve toplumlarda yaşayan kadınların durumlarını anlayabilmek için bu toplumlarda, o tarihsel dönemde yürürlükte olan başka hususlara da değinmek gerekmektedir. Örneğin; bu toplumlarda yoğun bir metâ üretimi ve buna bağlı olarak alış-veriş vardı. Büyük çapta kölecilik ve köle ticareti yapılmaktaydı, etkili bir vergi sistemi kurulmuştu ve evlilik kurumuna Devlet’in yeni iktidarı elinde tutan egemen sınıfın doğrudan kefalet yani müdahalesi başlamıştır. Anadolu’da yaşamış olan kadınların hangi iktisadi, siyasi toplumsal dinsel ve kültürel koşullar altında yaşadıklarına ve sınıfsal konumlarına baktığımız da; Anadolu’nun bu tarihsel döneminde iki başlı aile aşaması görülür. Şöyle ki bu aşamada bir erkek bir kadınla yaşar ancak çok karılılık da görülür. Ortaklaşa hayat boyunca kadınlardan çok sıkı bir sadakat istenmiş ve eşini aldatan kadın şiddetle cezanlandırılır. Ama geçimsizlik söz konusu ise evlilik bağı her iki tarafça kolayca çözülebilir ve çocuklar geçmiş dönemlerde olduğu gibi sadece anaya ait olurlar.

Kültepe tabletlerinden İ.Ö. 1950-1750 Anadolu’da erkek ve kadının evlilikte sahip oldukları hakların tercümesini okuyalım: Evlenen hür kadın ve erkeğin aynı haklara sahip olduğunu gösteren tablette, Bay Hiştahsu Bayab Lamassatum ile evlendi. Eğer Bay Hiştahsu onu boşarsa boşanma tazminat olarak ona iki mine 900gr gümüş, 10 çuval zahire verecek. Bunun yarısı buğday, yarısı arpa olacak. Bayan Lamassatum evlenirken baba evinden getirdiği iki kadın köleyi, çıkarken beraberinde götürecek. Eğer evliliği Bayan Lamassatum sonlandırırsa evden çıkacak boşanma tazminatı ve zahire olmayacak sadece kadın kölelerini alacaktır.

Hititler 1000 yıllık tarihler içerisinde köklü bir devlet ve buna bağlı olarak çok güçlü bir ordu kurdular. Hititlerde devlet “Büyük Aile” denen soylu sınıfın denetimi altındaydı. Hititlerdeki bu sosyal yapı kadını kendi anlayışına uygun bir düzeyde yaşatmıştır. Ülkedeki kadınların büyük çoğunluğu çalışan ve çalıştırılan kadın durumundadır. Çanak-çömlek yapımı, tarım ve ev işleri kadınların yaptıkları işler arasındadır. Hitit sarayında, Osmanlı Sarayında olduğu gibi Valide Sultan “Tavannah” saltanatı vardı ve Tavannah protokolde kraliçeden önde gelmekteydi. Prenseslerde özel haklara sahipti.

Hititlerde aile yapısı ataerkildir. Aile yapısı değişim göstererek iki başlı aile aşamasından tek başlı aile yapısına geçmiştir. Bu değişimle eskiden iki taraf da evlilik bağını sonlandırma hakkına sahipken bu değişimle bu hak sadece erkeğe verilmektedir. Erkek istediği zaman karısını boşar. Erkeğe sadakatsiz olma hakkı verilirken bu gibi hallerde kadın öldürülebilir.

Erkek bu cinayetinden dolayı ve Devlet ne de toplum tarafından cezalandırılmaz, kınanmaz tersine onur kazanır. Hitit yasaları kadını oğlunu veya kızını aileden çıkarma veya yeniden kabul etme hakkını verir. Dul kadına da kocasının ölümünden sonra veraset hakkı vermektedir. Dul kadına da kocasının ölümünden sonra veraset hakkı vermekteydi. Dul kadın önce kocasının erkek kardeşiyle evlenmek zorundadır. Kardeş ölmüşse ya da kardeş yoksa babasıyla (kayınpederle) o da öldüğünde kocasının kardeşinin oğluyla (yeğenle) evlenmek zorundadır. Oğullarda babaları öldükten sonra üvey analarıyla cinsel ilişkide bulunabilirlerdi. Bu suç değildi. Çocuklar üzerindeki mutlak hakimiyet babaya aittir. Baba isterse çocuklarını tazminat olarak başkasına verebilir. 1000 yıllık Hitit devletinde kadın sanatçı yoktur. Ama dans edip şarkı söyleyen ve cinsel istekleri gideren kadınlar vardır.

 

Büyü ve sihir merakı Hititlerde yaygındır. Çoğunlukla yaşlı kadınların uğraşıdır. Bu kadınlar aynı zamanda hekimdirler. Kazılardan çıkan tabletlerden öğrenildiğine göre cinsel yetersizlikler ve saygınlıkları için büyü yapmaktadırlar.

Anadolu’daki bu ilk imparatorluk dönemindeki kadının nasıl giyindiğini kabartmalardan görebiliriz. Kadınlar, boyundan ayak bileğine kadar uzanan elbiseler giymekte ve bellerine kemer takmaktaydılar. Elbiseler uzun kolludur. Günümüzde Güney Doğu Anadolu’da geleneksel toplumdaki yaşayan kadın giysileri ile benzerlik taşımaktadır (Üç etek gibi).

Hititlere çağdaş Anadolu’nun diğer kavimleri olan Hurriler, Likyalılar, Karyalılar, Yukarı Mezopotamya ve Fırat Havzasında Asurlular ve özellikler Harran çevresinde yaşayan yarı göçebe Benjaminler, Ammanular, Sutyeliler, Hanyeliler, Mari Devleti, Truva dolaylarındaki Asuve Devleti, Frigyalılar, Urartu ve Lidyalılar sayılabilir.

Bilinebildiği kadarıyla Karya (Manisa dolaylarında) ve Likyalılarda (Muğla dolaylarında) kadın çok önemli bir rol oynamıştır. Bu iki komşu kabilede anaerkil aile hukuku geçerli olmuş ve ekonomisinde kadın egemen olmuştur. Bu düzen ve anlayış yaklaşık olarak İ.Ö. 4. Yy.a kadar sürmüştür. Bu yörede yaşadığı söylenen ve kadınlar tarafından kurulan ilk ve son devlet olan Amazonlar tamamen kadınlar tarafından yönetilen (ordusu, ekonomisi, siyasi) bir topluluktur. Tarihleri henüz aydınlatılmamıştır. Tarihçiler tarafından tartışılan bir grup olan Amazonlar MA adlı savaş tanrıçasının silahlı rahibeleri olduğu sanılmaktadır.

Frigler ise Anadolu’ya Ege göçleriyle inen son derece savaşçı bir kabiledir. Sonraları devlet niteliği almışlardır. Muşkiler diye de tanınırlar. Çeşitli madenlerin yanı sıra kristal, onyx, mika üretmişler ve heykel yapımında kullanılan Sinop Kili’ni pazarlarda satmışlardır. Frigyalıların ünlü metası halıdır. Bugün Türk halıcılığının atası Frigyalılardır. Bu kültür içinde kadının başlıca uğraşı halı ve diğer dokumacılık, fildişi ve altın işletmeciliği, çanak-çömlek yapımcılığı ve tarım işçiğidir. Ünlü Anadolu tanrıçası Kibele’nin bir heykeli Boğazköy kazılarında bulunmuştur. Doğanın yüce anası olarak bilinmektedir.

Asurlu kadınlar da genellikle tüccar sermayensin hakim olduğu düzen içinde yaşamışlardır. Nin, Mezopotamya’nın en büyük tanrıçasıydı. Asurlular ve Babilliler bu tanrıçaya tapıyorlardır. Harem bir kurum olarak Babillilerde uzun zamandır kullanılıyordu. Çok eşlilik erkekler arasında yaygındı. Urartu, Lidya ve Mari Devletlerinde kadın bu devletlerin kuruluşundan önce varolan Önasya ve özellikle de Hitit sosyal yapısında olduğu gibi yaşamıştır.

Sümerlerde yönetme egemenliği erkeğe aittir. Sümerlerde kadın mahkemede tek başına tanık olabilir. Kocasından boşanmak istemezse mahkemeye başvurarak malların yönetimine sahip olabilir. Kadının işçi ve kalfa olarak çalışma hayatına sokulması ilkin Sümerlerdedir. Burada kadınlar özellikle dokumacılık alanında çalışmışlardır. Sümerlerde kadın hiçbir zaman yönetici ve yasa yapıcı elitlerin içinde yer alamamışlardır.

İ.Ö. VIII-IV yy. ları arasında yaşamış ve devlet kurumu olan İskitler ve Sakalardaki kadının durumuyla ilgili bilgi azdır. Ancak, İskitlerde kadının çok önemli bir toplumsal-siyasal etkinliği ve görevi olduğu kazılardan çıkan belgelerden de anlaşılmaktadır. Her İskit kadını her İskit erkeği gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmektedir. İskit kadınları savaşlarda erkeklerle beraber savaşmışlardır. İskitli kadınlar tıpkı Kuzey Amerika yerlilerinde olduğu gibi düşmanlarının kafa derilerini yüzebilmekte ve bunu şan belgesi olarak saklamaktadırlar.

Hunlardaki kadın ise Batı ve Doğu Hunları olarak iki farklı görünümdedir. Doğu Hun’daki kadın daha çok Çin gelenek ve göreneklerinin etkisindedir. Hakan ve Hatun statüsü çerçevesinde bir noktaya kadar söz ve hak sahibidir. Batı hunlarda kadının durumu kendilerinden önce Avrupa’ya gelmiş olan Bizans, Batı Roma ve Fransa’daki kesimlerle olan ilişkileri nedeniyle barbar toplumlardaki üretim ilişkilerine benzer bir durumdadır.

Selçuklularda kadının durumuna baktığımızda saraylı kadın göreceli olarak İslam dininin yoğun baskılarından belli ölçüde uzak kalabilmiştir. Selçuklu kadını ise bu baskıları üstünde hissetmiştir. Aynı ülkenin iki farklı sınıfındaki kadın islamiyeti farklı yaşamışlardır. Örneğin Selçuk emirlerinden Bedreddin Mahmut’un karısı Kutlu Melek Hatun Atabey Medrese’si önünde yapılan Darul-Huffaz içinde bir kütüphane kurdurmuştur. Ama Selçuklu genç kızlar bu kütüphaneye gidip Kıraat edememişlerdir. Çünkü o dönemde kadının evinden çıkabilmesi babasının, kocasının ya da erkek kardeşinin iznine tabiiydi. Bu baskılara karşın Selçuklu kadını esi Türk töre ve geleneklerine sahip çıkmıştır. Şöyle ki Selçuklu ve Osmanlılarda tamamen padişah ve yandaşlarının egemen sınıfın sahip olduğu hemen anlayışını benimsemiştir. Selçuklulardaki saray kadınları özenle yetiştirilmişlerdir. Ana amaç iktisadi, siyasi ve kültürel etkinliğinin yüceltilmesine değil, siyasal amaçlı evliliklere yatırım olmasıdır.

1299-1920 yılları arası Anadolu’daki tarihsel dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda Türk Osmanlı kadınının toplumsal, iktisadi, siyasi ve kültürel durumuna saraylı kadın ve kırsal alandaki emekçi kadın olarak ikiye ayırarak değerlendirmek gerekir. Her ikisi de temelde erkeğe bağımlıdır. Saraylı kadın tam bir tüketici olduğu halde, kırsal alandaki kadın üreticidir. Saraylı kadın örneğinde; özellikle valide sultanların padişah üzerindeki etkilerini anımsamak gerekir. Sarayda özel bir yeri olan valide sultanlar, özellikle yükselme devrinden sonra politik bir nitelik kazanmışlardır. “İyi kadın kocasını vezir, kötü kadın kocasını rezil eder.” özdeyişi belki de o tarihten kalmıştır. Ancak saraylı kadınların etkinliği ekonomik bir temelden gelmemektedir. Çeşitli çıkar çekişmeleri içinde yer almasının, duyarlı bir denge kurmasının sonucunda bu etkinlik azınlıktaki saraylı kadının en azından sınırlı da olsa bir hareket serbestliği vardır. Geçim derdi yoktur, öte yandan kırsal alandaki kadın sabahtan akşama kadar çalışmak, alenin geçimine katkıda bulunmak zorundadır.

1787’de yayınlanan bir fermanda şunlar yazmaktadır. “Baharın gelmesi dolayısıyla kadınların gezinti yerlerine arabalarla gidip, başörtüsüz dolaştıkları, uygunsuz hareketlerde bulundukları görülmektedir. Bunların men edilmeleri ve bundan sonra kadınların bu yerlere araba ve başka vasıtalarla gitmeleri kat-i surette men edilmiştir. Devam edenlerin kendileri ve arabacıları cezalandırılacaktır.” 1880’li yıllarda da kadınların halka açık yerlerde ve caddelerde dolaşmalarını yasaklayan bir ferman daha çıkmıştır.

Tanzimatla birlikte, Batı’nın üst yapı kurumlarının yavaş yavaş tüm ülkeye girdiği görülmektedir. Bu kurumların Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısına ne denli uygun olacağına bakılmaksızın alınan bu üst yapı kurumları kadının sorununa da Batı gözüyle bakılması sonucunu getirmiştir. Kuşkusuz Tanzimat’ı getirdiklerinde etkilenen saraylı kadınlar değil kentli kadınlardır. Kırsal kadın için dünya değişmemiştir. Kentli kadın ise bağımsızlığını kazanmanın değil, daha üretici olmanın özlemi içindedir.

1843’de tıbbiyede ebelik dersleri başladı. 1845’de 27 Hıristiyan ve 10 Müslüman kız ebe oldu. 1869 ilk kız sanat okulu açıldı. 1874’de kızlar için ilk öğretmen okulu açıldı.

Tanzimat sonrasında Türk-Osmanlı kadınının durumunu şöyle özetleyebiliriz. Tanzimata kadar toprak mülkiyeti babadan oğla aktarılmaktaydı, kızlar ancak erkek kardeşleri olmadığı zaman o da tarlayı bedelini ödeyerek kullanabilmekteydiler. Kadınların bu bedeli ödeyebilmeleri ise ekonomikl bağımlılıklarından dolayı eşlerinin kendilerine verecekleri parayla mümkündü. Yine bu taşınmaz mallar kadına değil, kocasına geçmekteydi. Tanzimatla çıkan arazi kanunuyla kız evlatlara miras yoluyla mülkiyet hakkı sağlanmıştır. Tanzimat ile birlikte evlenen kızlarda n alınan “gelinlik vergisi” de kalkmıştır.

Osmanlı düzeninde iyileştirilmeye çalışılan kadın hakları eski düzeni zorlamıştır. Örneğin, 1917’de kanun mahiyetinde bir kararname yayınlanmıştır. İslam hukukuna bağlılıktan kurtarılmamış olmasına rağmen bu kararname ile evlenme işlemine devletin karışası sağlanmıştır. Buna göre kocanın karısının üstüne ikinci bir evlilik yapması ilk karısının onayına bırakılmış ve boşanmalardaki erkeğin keyfi tavrı engellenmeye çalışılmıştır.

Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk’ün sağlığında kadın hakları genel anlamda kentli kadın kesiminde bir gelişim kaydetmiştir. 1923-1938 arasında Türk kadını artık yeni bir düze anlayışının kadınıdır. Kendisine okuyup-öğrenme, kamusal yönetime ortaklık, toplumda yükselme olanağı, seçicilik, çağına uygun düşünüş ve davranış olanakları ve hakları sağlanmıştır. Bir imparatorluk yıkılmış, on ununla birlikte kadını köreltmiş ve hor görmüş olan düşünce de tarihe karışmıştır.