ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜN 74. YILINDA ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜĞÜN  VAZGEÇİLEMEZLİĞİ

Ölümsüzlüğünün 74.yılında O’nu tanımak, daha iyi anlamak ve topluma anlatmak için Atatürk kimdir? sorusuna yanıt aramak ve düşünmek doğru bir yaklaşım olacaktır.

O, bir aydın-asker vatansever olarak ülke sorunları ile daha öğrencilik yıllarında ilgilenmeye başlamış, eğitimi sonrasında kıtadaki ilk görev yerinde girişimlerini başlatmış, kurulan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin örgütlenmesi ve yaygınlaştırılmasında liderlik rolünü üstlenmiştir. Bütün bunlar, O’nun, vatan sevgisi, ülke sorunlarına olan ilgisi, sorumluluk ve cesaret gibi sahip olduğu niteliklerinin saptanması açısından üzerinde önemle durulması gereken hususlardır.

Ancak, Atatürk sadece aydın-asker vatan kurtarıcısı ve önder-lider devlet kurucusu değil aynı zamanda yaşadığı çağa damgasını vurmuş çeşitli olasılıklara karşı, yaşamı boyunca elde ettiği deneyimleri doğrultusunda, hassasiyetle hazırladığı önerilerini daha sonraki kuşaklara aktararak dikkatlerini çekmiş büyük bir devlet adamı ve düşünürdür. Gençlik yıllarından itibaren, kendisini ülkesinin sorunlarına çözüm bulmaya adamıştır. Bu konuda bulduğu çözümlemeleri, yönetimin uyguladığı yanlış

politikaları, devletin bir görevlisi olarak hiçbir duraksama ve çekince göstermeksizin yönetimin önemli kişiliklerine, sorumlu makamlarına ulaştırmıştır. Sofya’da Askeri Ataşeliği ve Yıldırım Orduları’ndaki görevleri sırasında, nihayet Anadolu’ya geçerek ülke ve ulusunun yazgısını eline aldıktan sonra İstanbul’daki yönetime yazdığı yazılarla duyurmaya çalışmıştır. Bütün bu girişimleri O’nun sahip olduğu görev sorumluluk ve devlet görevlisi ciddiyetinin en çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır.

İnsanoğlu kısa olan yaşamında ilk birikimine yakın çevresinden aile, mahalle, okulda aldığı eğitimle ulaşır. Kişiliğinin olgunlaşmasında ilk etmenler kuşkusuz bunlardır. Daha geniş bilgi birikimine, eğitim sıralarının yanı sıra sınırsız bilgiyle dolu çeşitli alanlarda yazılan eserlere başvurarak buradan edindiği bilgi birikimi sonucu ulaşır ve kendi sentezini oluşturur. Bu oluşum Atatürk içinde geçerlidir. O, gerek eğitimi sırasında öğretmenleri, gerekse eğitimi sonrası okuduğu yerli yabancı kitaplardan edindiği bilgilerle deneyim kazanmış ve ileriye dönük olan plan ve projelerini hazırlamıştır. Çeşitli konularda binlerce ciltlik eseri barındıran kütüphanesinde bulunan 3997 kitabı satır altlarını çizerek, sahifelerinin kenarlarında sorular sorarak, çıkarmalar, eklemeler yaparak okuduğunu biliyoruz. Yani eserleri tam bir analitik irdelemeyle değerlendirmektedir. Sadece işaretlediği bu sahifelerın derlenmesi ile 24 ciltlik bir çalışma Anıt Kabir Derneği’nce kütüphanelerimize kazandırılmıştır. Böyle bir birikimi, çevresine ve toplumun geniş kitlelerine ulaştırmada söz söyleme sanatında sahip olduğu ustalık, kitleleri inandırma ve etrafında toplama başarısını da beraberinde getirmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, gençlik yıllarından beri planladığı ve özlemini duyduğu çağdaş ve uygar boyutlarda devlet ve toplum yapısına dayalı yeni bir Türk Devleti kurmanın yolunun, öncelikli olarak ülkesini işgal eden emperyal güçlere karşı özünde bağımsızlık ve özgürlük yatan ulusal boyutta savaş vermekten geçtiğinin bilincindedir. İşte 1919-1922 yılları, yokluklar, sıkıntılar içinde, çağın silah teknolojisinin doruğunda örneklerine ve modern ordularına sahip güçlere karşı vermiş olduğu onurlu savaşı içermektedir.

Daha savaş sırasında başlattığı devletin yeniden yapılanması çalışmaları, savaşın bitimi ile birlikte hızlı bir şekilde devreye sokulmuştur. Mazhar Müfit Kansu’ya Erzurum Kongresi öncesinde dikte ettirdiği ileride yapacağı atılımları O,daha Sofya’da askeri ataşeliği sırasında Bulgar Doğubilimcisi Manolof’a dikte ettirmiştir.  O. Mazhar Müfit Kansu’ya şunları dikte ettiriyor: “Zaferden sonra hükümetin şekli Cumhuriyet olacaktır. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Tesettür kalkacaktır, fes kalkacaktır, uygar ülkeler gibi şapka giyilecektir, Latin harfleri kabul edilecektir.”

Bu tümcelerde O, ; yönetsel modelde  cumhuriyete doğru gidilmekte olduğu; toplumsal görünümün çağdaş ve uygar boyutlarda olacağı ve nihayet uygarlık dünyasından uzak kalmamıza neden olan Arap karakterli harflerin değişerek Latin karakterli Türk harflerinin kabul edileceğinin mesajlarını vermektedir. Bu daha savaşın başında onun özlemini çektiği ve saptadığı hedeflerdir. Ve bu hedefler 1922’den 1929’a kadar yedi senelik uzun soluk isteyen çalışmalar sonucu gerçekleşmiştir. Bu, O’nun, yeni bir Türk Devleti kurma yolundaki hırsını, azmini ve idealizmini ifade etmektedir. Bu, Büyük Atatürk’ün yaşamının on beş senelik kesitine sığdırdığı, çağdaş ve uygar boyutlarda yeni bir devlet ve toplum yapılanmasını hedefleyen büyük bir mücadeledir. 1922-1937 tarihleri arasına sığdırdığı bu mücadele irdelenirse, bunun batıda yüzyılları alan mücadelelerden sonra gerçekleştirilen Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimleri’nden farklı olmadığı kolayca görülebilecektir.

Atatürk Devrimi Rönesanstır. Batı’dakinden hiçbir farkı yoktur. Batı’da nasıl eski çağlarda özgür olan ancak Ortaçağlarda baskı altına alınmış birey Yeniçağlarla birlikte doğal ve yaşamsal hak ve özgürlükleri kavuşturulup toplumda saygın yerine oturtulmuşsai Atatürk Devrimi ile de Tanrının yarattığı düşünen, üreten en yüce varlık olan insanı hangi cins, din, ırktan olursa olsun aralarında hiçbir ayırım yapmaksızın sevgiyle kucaklayarak aynı hak ve özgürlüklerine kavuşturup kul, köle görünümünden kurtararak toplumda olması gereken saygın yerine iade etmiştir.

Atatürk Devrimi Reformdur. Batı’da nasıl kilise ve sarayın ayrılması bir bağlamda din ve devlet işlerinin ayrılması anlamına geliyor ise tarihimizde de Büyük Atatürk, din ve devleti olması gereken alanlara çekerek devleti, tüm kurumlarında belirleyici olan din etkisinden soyutlamakla kalmamış dini hoca geçinen cahillerin elinde araç olmaktan çıkararak bireyin en sağlam yeri olan vicdanlarına teslim etmiştir.

Atatürk Devrimi Aydınlanmadır. Batı’daki aydınlanma, nasıl insan odaklı olup, akıl ve bilimi hareket noktası kabul etmiş ise O’nun “…Size hiçbir dogma bırakmıyorum. Benim size iki büyük mirasım var. Akıl ve bilim. Akıl ve bilimi rehber kabul edenler benim mirasıma sahip çıkanlardır…” şeklindeki yaklaşımında da bu aynen kabul edilmektedir. Dolayısıyla Atatürk Devriminin Batı’daki aydınlanmadan hiçbir farkı yoktur. Akıl ve bilimi temel alan, deneye, gözleme dayanan, araştıran, merak eden, sorgulayan, bilimsel yöntemle üreten birey, Atatürk’ün aydınlanma devrimi ile devreye sokulmuştur. Bu üç temel değişim Batı’da Sanayi Devrimi’ni beraberinde getirmiştir.

Atatürk Devrimi Sanayi Devrimi’dir. Çünkü Atatürk Devrimi ile yaşadığımız üç temel değişim, ülkenin kendi kendine yeterli, üreten, dış pazarlara açılan, sanayi kurumlarını kuran, denizaltı yapımını kendi tersanelerinde gerçekleştiren, Kayseri’de yaptığı uçağı Ankara’ya uçuran bir devlet konumuna getirmiştir. Bu oluşum çevrede, kürede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin saygınlığını arttıran bir olgudur. Birey ve toplum ilişkileri, Atatürk’ün ilgi odağını oluşturmaktadır. Toplum bireylerden oluşur. Atatürk ilkelerine dikkat edilirse, her ilke kendi alanında bireye sahip olması gereken hakları ve özgürlükleri kazandırmıştır. Diğer taraftan bireyin demokratik hak ve özgürlüklerini, vatandaş-devlet kavramlarını bunların karşılıklı sorumluluklarını, çağdaş ve uygar toplumlardaki gibi evrensel değerler etrafında biçimlenmesini sağlamak amacıyla O,”Vatandaş için Medeni Bilgiler ” adı ile yazdığı kitapta toplamıştır. Bu kitap 1931 yılında Maarif Vekaleti Milli Talim Terbiye Dairesi’nin kararıyla Orta Eğitime ders kitabı olarak kabul edilmiştir. Çağdaşları olan Hitler, Mussolini ve Stalin’in insanlarını ve insanlığı felaketlerin içine sürüklediği bir dönemde O, toplumunu çağdaş değerlerle donatmak ve onları bu yönde eğitmek için oturmuş bir demokrasi el kitabı yazmıştır. Bu eserinde O, Türk milletini “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkıdır” şeklinde tanımlarken, Anadolu ve Rumeli’den oluşan bu coğrafyada yaşayan tüm insanları ırk ve din ayırımı yapmaksızın Cumhuriyeti kuran insanlar olarak kucaklamaktadır. Bu yaklaşımı O’nun birleştirici, uzlaştırıcı yönüyle insan varlığına olan sevgisinin, saygısının somut kanıtıdır.

Bütün bunlardan sonra 152 üyeli UNESCO’nun (Uluslar arası Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü) aldığı bir karar sonrasında “Atatürk kimdir?” sorusuna doğumunun yüzüncü yıldönümünde yaptığı tanım O’nun kürede nasıl tanındığını göstermesi açısından yeterlidir.

“Atatürk; Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.” Kuşkusuz bir eseri ortaya koymak çok zordur. Ama kurulan eserin geleceğini ve sürekliliğini güvence altına almak daha da zordur. Bu nedenle O, kurduğu eserinin geleceğini ve sürekliliğini, bizlere ve bizden sonraki kuşaklara teslim etmenin rahat ve huzuru içinde sonsuza göçmüş, beynimizde ve kalbimizde saygın yerini almıştır.

Bugün ülke ve bölgedeki oluşumlar karşısında, toplumun geneline yakını, varoluşunun tek ve vazgeçilemez açıklaması olarak Atatürk ve Atatürkçülük etrafında kenetlenmiştir. Düşünce sisteminin temel kavram ve kurumlarında şekillenen laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ödünsüz ve kararlı bir şekilde sahip çıkmanın bir varoluş mücadelesi olduğunun bilincindedir ve bunu kanıtlamaktadır.

Huzur ve ışıklar içinde yat Yüce Atatürk. Bu büyük devleti kuran Sizi ve arkadaşlarınızı her zaman saygıyla anıyor ve sizlere olan şükran borcumuzu unutmuyoruz.

Prof. Dr. Ünsal YAVUZ